Bıraktım.
Arabesk günlerdendi bugün. Akşam güneşi, kal benim için, sende kalmış sırasıyla dönüp duruyor listede. Oldum olası müzik yelpazem gayet geniştir. 90'larda büyümek tabirine tamamen paralel bir biçimde Türk pop müziğini sevmiştim o yıllarda. Macera dolu Amerika özellikle. Ölürüm sana diye bir klip vardı ki hala izlerim, hala da çok severim. Zamanla genişliyor insanın müzik dünyası. Yaşadıklarıyla paralel elbette. Çok uzun süre rock ve metalin envai çeşidini dinledim. Vivaldi'den Müslüm baba'ya kadar, Berlioz'dan Tenhi'ye kadar, Münir Nurettin'den Gogol Bordello'ya kadar yürüdüm. Koştum belki de.
Daha sonra, duymayı bıraktım. Pürüzsüz bir sessizliğe büründü odam. Hayatım. Damarlarımdaki kanın akışı, Venezuela şelaleleri gibiydi. Dizginsiz Rohan atları gibi. Dindim daha sonra, ırmaklarımın önüne set çekmişler gibi, Isengard gibi yanıyordum. Doğurduğum sancılar büyüdükçe sarıyordu etrafımı.
Görmeyi bıraktım sonra. Aynaları kapattım önce kara kadife kumaşlarla. Varlığımın yokluğunu önce kendime kabullendirmeye yeltendim. Aynı kara kadife rengini göz kapaklarıma çektim ve dünyanın daha büyük olduğunu öğrendim.
Bıraktım.
Sıcaktı tutuğum elleri, hayallerimin. Her zaman olduğu gibi.
Ve ben, bıraktım tutunmayı.
Düştüğüm yerde beni karşılayan, zamanın ve insanların getirdiği tüm çatlaklarıyla birlikte toprak anaydı elbette. İçim gibi dışım da paramparça olmuştu sonunda. Meğer o incecik iplikmiş tutan insanı. Ne kadar da güvendiğimiz.
Bıraktığım bana ait olan her şeyin dönüşü o kadar kısa sürdü ki. Tüm o barajlar yıkıldı, alevden ırmaklar aktı içimde. Paramparça oldu o kumaşlar. Ardımda bıraktığım her silik görüntü çevremdeydi.
Ve çok sevdiğim bir şarkı sözü ile bitelim;
" Ben mi öleyim yoksa ateş edecek misin? "