26 Eylül 2012 Çarşamba

Uykular var uzaklarda

Göz kapaklarıma yüklenen ağırlık torbalarında var adın. Dokunmaya, bakmaya çalıştığımda uykuya yatıransın. Göz kapaklarımın altındasın. Düşlerimde. Güne yansıyan rengin mor, gözlerimin altında. Senin için uykusuzluğum.Sana saklıyorum tüm uykularımı.Yanına.

Kim bilir, neredesin, kimlesin ?
Kimsin?

Belki bu yakasındasın şarkının, belki öteki.




*Yazının anlam ve önemine uygun: Band of Horses -Funeral

24 Eylül 2012 Pazartesi

Pus

Aramaktaydım o küçük kırıntısını huzurun.

Cemal Süreya'nın dediği gibi;
"Yemek yemek üstüne ne düşünürsünüz bilmem ama, kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı."

Kim bilir belki bi kahvaltı sofrasındadır.

Bulunmayandır asıl aranan.
Bulamıyorum.
Gelecektir.
Biliyorum.


12 Eylül 2012 Çarşamba

Köpükten Hayaller

"Allahım onu neden yalnız bıraktın? Neden, yalnızlığının verdiği çaresizlikle can sıkıcı ilişkiler kurmasına izin verdin? Neden geçirdiği her dakikanın hesabını sordun, içini ezdin? Neden korkuyu göğsünden çekip almadın? Neden suçluluk duygusunu üzerinden atmasına yardım etmedin? Neden apartmanın bodrumunda saklambaç oynarlarken Ayla'yla yalnız kaldığı zaman kıza dokunacak cesareti vermedin ona ? Oysa bu çeşit küçük cesaretleri en değersiz kullarından bile esirgememişsindir." *

Benliğinin senden uzaklaştığını izlerken, her adımı attığında bir damla daha kararır etrafın. Öyle ki, karanlıkta kalmaktan milyonlarca yıl süren evrimi üç-beş dakikada yaşarsın, kaybolur gözlerin. Evrimin aksine, gelişmez diğer duyu organların, hislerin her şeyini kaybedersin.

Merhaba, ben kayıp jenerasyonun ilk ve tek üyesiyim.

Zamanı durdurursun karanlıkta, yanından akıp giden bulanık hatıralar kalır sadece. Her pişmanlığında biraz daha öldürürsün içini. Her gururlandığında daha da fazla ölürsün.

Aradığını bulamamak, bulduğunu da olduramamaktır hayatın özeti.

İnsan kendini tanımlarken; sadece bir parçası eksik bir gökdelen legosu gibi hareket eder. Başka bir hayatın parçası olmayı yediremez kendine. Bundandır çarpışıp parçalanmalar. Hep aradığı o parça aslında bir bütündür, apayrı bir hayattır. Kimisi ölümden sonrasında bekler bu hayatı, kimi hem burada hem orada, kimi sadece burada. En acımasız olanı da, hiç bir beklentisi olmayan dilimidir bu dairenin.

Kıyıya vuran dalgaların köpüklerinde hayallerim, rüzgarı olmayan o denizde.

*İlgili kitap için : Oğuz Atay - Tutunamayanlar.

5 Eylül 2012 Çarşamba

El


-Leyla-

"..vatan ve milletin refah ve mutluluğu uğruna her şeyimizi,bu arada hayatımızı dahi seve seve feda etmeye hazırız."

Televizyondan yükselen sesler çalındı kulağına. Son yıllarda, senenin bu dönemlerinde hep aynı konu üzerinden kısır bir tartışma dönerdi. Alaycı gülümsemesi yerleşmişti Leyla'nın yüzüne. Bu konuşma yapıldıktan kısa bir süre sonra doğmuştu, bugün yattığı hastane odasına benzer bir yerdi muhtemelen. Yanındaki vazoda suyu sararmış daha önce de birçok kez gördüğü ancak hep aklında olduğuna kendisini inandırmasına rağmen  adını sormayı unuttuğu çiçek vardı.

Doğruldu yavaşça, oturdu yatağa. Bakamıyordu yüzüne. Tanımadığı birisi bekliyordu başında günlerdir.

-Yusuf-

Birkaç gündür uyanmasını beklediği Leyla' yı tanımıyordu. Onu bulduğunda apartmanın girişinde baygın haldeydi. İşten izin almıştı. Zaten hiç kullanmadığı yıllık izinleri birikmiş, gidecek yeri de olmadığından buradaydı. Onu burada tutan şeyin ne olduğunu düşünerek yatağın başucundaki koltukta uyuyakalmıştı. Her akşam kuyusunda yaptığını şimdi bir hastane odasında yapıyordu.

Onun uyanmasını beklemek, daha önce öldürdüğü hislerinin tekrar uyanacakları zamanla çakışıyordu sanki. Öyle düşünüyordu, öyle olsun istiyordu. Yasak olmasına rağmen camı açıp bir sigara yaktı, gece olduğundan gelip giden olmuyordu. Zaten gelen herkes gitmişti bugüne kadar. Sigarasını pencerenin pervazında söndürüp cebine attı.

Yolun yarısına iki senesi vardı şaire göre. Yusuf'a kalsa uzatmaları oynuyordu. Yolun asfalt kısmı bebekliği ve çocukluğu, parke ve az engebeli olan gençliği, taş ve toprak olansa olgunluk dönemiydi. Üstüne üstlük yokuş çıkmaya başlamış yorulup oturduğu ilk taşta : "Nerdesin lan koduğumun uçurumu !?"diyerek isyan ediyordu.

Uzun süre yalnız olmak kısa süreli yalnız bırakılmalardan kat be kat iyidir.

Umut mahallesindeki herkes birbirini tanırdı az çok, Yıkıntı sokak, numara 12'de bir çatı katında kalıyordu Yusuf. Ancak bu kızı hiç görmemişti daha önce; 'ne arardı ki böyle arka bir mahallede, hem de bu saatte' diye düşünmüştü onu bulduğunda. Hemen evin önüne bıraktığı arabasına atlayıp Medet Hastanesine getirdi onu.

-Çöldeki Kuyu-

"Memlekette her zaman bulunabilen ve özellikle son zamanlarda çoğalan kötü niyetli kişi ve kuruluşlar.."

Yusuf da Leyla gibi televizyondaki seslerle uyanmıştı. Gözlerini açmadan önce cebinden bir sigara çıkarıp dudaklarına yerleştirdi. Sonra doğruldu, gözlerini açtığında evde değil de hastanede olduğunu farketti ve Leyla'ya dönüp baktığında onu kendine gülümser halde buldu.

"Merhaba."
"Merhaba."

Karanlık olan kuyu biraz olsun aydınlanmıştı.
Çölün kavuran sıcağında bir meltem esmişti.

Kuyunun dipsiz karanlığını da, çölün yakıcı kumlarını da götürmüştü yabancı bir tebessüm.

"Ne de olsa O; tanıdıklarımdan daha az yabancıydı bana."
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------
Kendime el oluyorum kendi ellerimle.

Ölüm Günleri



Eylül, ölümlerin mevsimi.

Mevlana ölüme 'vuslat' der ya, daha da yoğun hissedilir bu Eylül ölümlerinde. Tüm yaprak cinayetlerinin acısının vuslatı bu kalbimdeki. Eylül, vuslata en yakın olduğum mevsim. Üç-beş yıl önceki Eylül'de nasıl ise öyle içim. Yüreğimdeki bu taşı kaldırabilecek güç yok bende. Kim Ki Duk' un bir filminde* keşiş adayı küçük çocuğun hayvanların sırtına taş bağlayarak işkence ettikten sonra hocasının uyurken sırtına bir taş bağlaması ve sabah bu şekilde uyanan çocuğa söylediği şu cümle geliyor sürekli aklıma: "Şimdi git ve sırtına taş bağladığın o hayvanları bul ve eğer içlerinden biri dahi öldüyse sen bu taşı sırtında değil, bir ömür boyu yüreğinde taşıyacaksın."

Ve ben, içimde öldürdüğüm tüm duyguların acımasız faili.


*İlgili film için: "İlkbahar, yaz, sonbahar, kış ve ilkbahar"