25 Ağustos 2012 Cumartesi

Orkestra

"Ellerini tuttuysam, uçuruma düşmemek içindi" sözüyle başladı her şey. Ve bitti.

Uçlarda yaşamak ile uçurum kıyısında yaşamak, Truman'ın hayalleri gibi; Amerika ve Fiji kadar uzaktı birbirinden. Toplumsal kaygılarla güdülmüş bir füze gibi, rampasına oturtulmuş bir hayattı onunki. Her an fırlatılmaya hazır. Her an patlamaya, yanmaya, uçmaya hazır.Bense kendimi o füze rampası gibi hissediyordum. Olduğu yerde sayan, 'global' dünyanın vitrini olan duman ve ateşe boğularak geçiyordu zaman.

Düş olmak için düşümde tutmuştum ellerini. Düşmek çok da mühim değildi  -ki zaten her anımda 'uykumda dahi' düşüyor hissine kapılıyordum- yokluğunun yanında.

Yusuf Atılgan'ın dediği ne kadar da güzeldi oysa; "İnsan toplumlarının en iyisi bu daracık, sorunsuz, iki kişilik toplumlar değil mi? "

Klavyeye rastgele bastığımda çıkan kelimeler kadar güzel geliyordu varlığın gözüme. Yokluğunda yokluğum, varlığında seninle anlam kazanan varoluşum.

Aklından bu ve benzeri tonlarca düşünce geçiyordu Mithat'ın. Eve gelirken oturduğu bankta unuttuğu çakmağı geldi sigara yakmak üzereyken. Karanlıktı, yakmamıştı ışıkları henüz. Zihnindeki aydınlanmaya şahit oldu; "dünyada gereğinden çok kadın vardı ama yalnız bir teki yoktu" dedi kendi kendine. Gülümsedi. Sehpanın üzerindeki çakmağı buldu, önce mumu daha sonra da sigarasını yaktı. Hep aynı yere oturduğundan koltuğun çöken kısmında daha da çöktü. Bir kaç dakika sonra 29. deliğini açacaktı hayat, Mithat'ın sandalında. Biraz daha hızlı batacaktı artık. "Bundan sonra ne kadar hızlı olsa o kadar iyi" diye geçirdi içinden. Ve önündeki muma üfledi.

Güz gelmişti şehre.

Nasıl uyuduğunu hatırlamayan Mithat, gün boyunca çektiği baş ağrısından nasıl uyandığını unutamadı. Dışarıdan gelen seslere kulak vermeye çalıştı bir süre. Güneşe bulutları tercih etmişti her zaman, o nedenle güzü severdi. En üst kattaydı evi. Rüzgarı hissetti sigarasını çekerken, balkonun demirlerine yaslanmış birbiri ardına geçen hayatlara tanık oluyordu. Sanki akreple yelkovanın birleştiği yerdeymiş gibi. Zamana aitmiş gibi.

Telefon kullanmıyordu uzun süredir. Anne ve babasını kaybettiğinden beri. Aramaya değer kimse kalmamıştı hayatında. Zaten teknolojinin kaybettirdiği şeyler getirdiklerinden çok daha değerliydi onun gözünde.

O cümleyi görmüştü; "Ellerini tuttuysam, uçuruma düşmemek içindi."

"Düşsem, bir düş olurum içinde" dedi ve bıraktı kendini zihnindeki uçurumuna. Gözlerini açtığında dudaklarından şu fısıltı duyuldu :

"Artık daha mutsuz bir adamım."

Ve orkestra sustu.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder